22 Kasım 2009

BOLU...SONUNDA






İnsanlar geldi sonra.Bu yaprakların oluşturduğu yeryüzüne basarak etraftaki  gölleri fotoğrafladılar.Göllerin yansımalarını, suyun akışını hem de yüksek enstantene değerinde...Ama fark etmedikleri, fark etmediğimiz bir şey vardı:Neyin fotoğrafını çekersek çekelim, bu yapraklar her karemizde vardı.Bize bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı.Bir sır...
İşte bu sırrı çözmek için yaklaşık 2 hafta önce, yani tam bir sene sonra tekrar oradaydım.Diğer insanlarla birlikte.Her yerden farklı tutkulara sahip insanlarla birlikte.
Bir sene önceki Lubitel macerasından sonra ilk defa bir D-SLR'a sahip olmanın verdiği bir heyecan vardı üzerimde.Bir sene önce geldiğimde yaşamak isteyip de yaşayamadığım duyguların birikimi akıp gitmişti omuzlarımdan, otobüsten inip ayağımı toprağa bastığımda.
Sınırsız çekim özgürlüğüne sahiptim.Her kareyi çekecek ve beğenmediğimde tekrar tekrar çekebilecektim.Öyle de yaptım.
Herkesin Bolu'da çektiği ve çekebileceği cinsten fotoğrafları  arşivime ekleme ritüelini gerçekleştirdim.Saatlerce küçük bir şelelede suya düşme tehlikesi içinde bir sürü kare çektim doyasıya.Bütün gölleri gezdim dolaştım.Gece de kamp ateşi, yemek, içmek vs...
Ertesi gün, içimde büyük bir huzur ve görevini tamamlamış biri olarak otobüsteki yerimi aldım.



Tüm fotoğraflar için alttaki gösteriyi izleyebilirsiniz.

31 Ekim 2009

BURSA OTO SHOW

BURSA OTO SHOW 2009, Bursa 6. Otomobil, Ticari Araçlar, Motosiklet, Bisiklet ve Aksesuarları Fuarı, 24 - 29 Ekim 2009 tarihleri arasında Tüyap Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlendi.

Biz de arabasını yeni satmış ve ne alacağına karar verememiş insanlar sıfatıyla gittik, gezdik, gördük.


Bize göre bir şey yok!  :S



Fuarcılık anlamında Bursa, İstanbul gibi bir dünya kentinin eline su dökemez ama yine de ana markalar mevcuttu.








Dediğim gibi bize göre bir şey yo...Bi dakka bi dakka..."Şu arkalarda ne var öyle parlayan öyle şakır şakır, güneşsiz ortamda" diye görüp paylaşmak istediğim fotroğraflar sinsilesini izlediniz efendim.Aşağıda da gösteri hali mevcuttur...                         





29 Ekim 2009

MF LENSLER


AF lenslere o kadar çok para vermeye gerek yokmuşmuş...
Eski lensler zaten kendi teknolojisini tamamlamışmış...
Onları D-SLR makinelere uyduracakmışız...
Dijital çağda yeni hayatmışmış(www.mflenses.com A new life in a digital age)

Deneyerek göreyim dedim.Nasıl olsa elimde henüz tek bir lensim vardı AF olarak.O da Sigma 17-70 f2,8...
Analog bir SLR nasıl çalışır ve manuel ayarlarda nasıl çekim yaparım, merakıyla aldığım ve hevesim hızlı geçince, aldığım yere gönderdiğim Zenit 122 den arda kalan Helios 44-M-4 58/2 lens ile ilk denemelerimi yapmaya karar verdim.Fakat Helios M42 mount vidalı bir lens.Haydaa dakika 1, gol 1.Bu lens bu makineye olmaz kiii...Bunun dişleri var kiii
___________________________________________________________________________

Yeğenim bir gün babasının küçük Pekinez cinsi köpeğiyle, işyerinde oynar.Köpeğin dişlerinden biri kırıktır.Çalışanlardan bir seslenir:
-Dikkat et ısırmasın seni...
Ufaklık cevap verir:
-Isıramaz kiii, dişleri yok kiii...
___________________________________________________________________________



Bizimki de aynı hikaye, bizim lensin dişleri var ama yine de ısıramıyor :)Ne yapsak, ne yapsak...
Vakit kaybetmeden netten bir araştırma yaptım ve ebay den M42 vidalı lensi Nikon'a adapte etmeye yarayan bir adaptör aldım.Yaklaşık 12 günde elimdeydi.Posta yoluyla ulaştı.Aslında çok basit bir yapıya sahip.Anotlaştırılmış alüminyum malzemeden üzetilmiş, bir tarafı M42 diş çekilmiş, diğer tarafı da Nikon'a uyacak şekilde kamalaştırılmış.Aparatın dişli tarafını lense takıyorsunuz.Artık lensi makineye takabilirsiniz.Altta ilk fotoğraf lensin aparatsız hali.Diğeri ise aparat takılmış hali...



Lens makineye gayet iyi oturuyor.Fakat yine bir sorun vardı.Bu lenslerin arkasında bulunan bir pim sayesinde, diyafram halkasının diyaframı açıp kapatması sağlanıyor.Bu pim basılı değilken -ki bu da lens takılı değilken oluyor- diyaframın açık durması sağlanıyor ve diyafram halkası dönse de diyafram açılıp kapanmıyor.Lens vidalı makineye takılırken, mesela Zenit'e, bu pim makine gövdesine takarken basılıyor ve sistem sorunsuz çalışıyor.Nikon'un lens girişi daha geniş olduğundan bu pim içeriye doğru giriyor ve serbest kalıyor.Yani diyafram çalışmıyor, sürekli en açık değerde kalıyor.Bu değer Helios 44-M-4 için f2.Aslına bakarsanız portre lensi olarak kullanmayı planladığım bu lensi f2 değerinde kullanmak hiç de kötü bir fikir değil.

Bu sorunla karşılaşınca birden kafamda şimşekler çaktı ve elimde sorunsuz çalışabilecek bir lens daha olduğu aklıma geldi.Heyhat...Zaten o iyi lensi de, bu yöntemi keşfetmeden önce gittigidiyor'da 10 TL'den satmıştım.İşime yaramıyor ve sorunsuz çalışıyor diye.Sattığım o güzelim lens üzerinde A ve M düğmesi vardı ki, bu düğme tam da bu pimin görevini görüyor ve yandan elle müdahale edilebiliyordu.

Daha 6 ay öncesinde, elimde bulundurduğum bu iki lenste de bir sorun çıkacak ve ikisinin içini de açmak suretiyle kafamda kafa lambam ile, tamirini gerçekleştirecek ve artık MSN'de nickimi Heliosçu olarak değiştirecektim.Minicik tornavida ve vidaları yerine oturtmanın ve bu basit ama karmaşık yapıyı çözmenin gururuyla...
Yani bu pimi bastırmanın bir yolu olmalıydı.Daha önceleri kendime Heliosçu nickini takmış biri olarak, kafa lambası ve tornavidayı yerlerine yerleştirdikten sonra, lensin içini açıp incelemeye koyuldum.Pimin bastırdığı yere bir parça plastik sıkıştırıp, pimin bastırdığı mandalın o şekilde kalmasını sağladım.Artık pim basık kalmış ve diyafram her koşulda çalışıyordu.Tekrar lensi toplayıp adaptörü ve lensi taktım.Çektiği fotoğraflar aynı değerlerle Sigma 17-70 in çektiği karelerle aynıydı.Pek fırsat olmadığı için deneme karelerini gelişi güzel çektim.Daha iyi kareler çekince buradan paylaşacağım.


Benimki kaç santim öğrendim: http://bit.ly/i9jg9g, seninki kaç santim?

25 Ekim 2009

Lubitel 2







2008 yılının Kasım ayı... 
Bolu Yedi Göller Bölgesi'ne bu makineyle gitmiştim. 
Lubitel 2... 
Nam-ı diğer Rus Lomo'su ya da Rus Lubitel'i.. 

Aslında planım hiç de öyle değildi, ama işler istediğim gibi yolunda gitmemiş, fotoğrafa merak sardığım için aldığım kompakt-D SLR karışımı (kimi D SLR Like; kimisi de kişiliksiz, arada kalmış makineler der) Fujifilm s6500 FD kod adlı :) makinemi (bundan sonra Fuji diye anılacaktır) bu geziye çıkmadan bir ay önce satmak zorunda kalmıştım.


Satma nedenim, D SLR makine almak için yaptığım araştırma sonucunda attığım ilk adımdı aslında.Fakat bu yola girerken attığım bu hızlı adım, arkasından geleceğini düşündüğüm diğer adımlar arasındaki en hızlısı olacak ve ilk D SLR makinemi yaklaşık bir sene sonra alacaktım.

Bu geziye de, herkesin boynumda asılı duran bu tarihi esere bakan dikkatli gözleri önünde çıkacak, ilk bir iki çekim sonra üzerimdeki bakışlara aldırmadan devam edecektim.Yine de göller arasındaki yollarda, yolumdan çevirip makinenin çalışıp çalışmadığını soranlar, filmlerini nereden bulduğumu soranlar, fotoğrafa yeni başlayan eşine Lubitel ile ilgili canlı manken üzerinde bilgi verenler, "bir dakika bir dakika, eşim daha önce Lubitel görmemiş, bakabilir miyiz?" diyenler, beni beraber olduğum gruptan biraz geri bıraksa da, aradaki mesafeyi çocuk gibi koşarak tamamlıyordum.Her ne kadar bu koşu, boynumdaki benden yaşlı bu ağır abiye yakışmasa da... 

Bu yolculukta kullanacağım bir de Zenit 122 vardı; fakat bu makineyle daha önce yaptığım denemeler pek de başarılı olmadığından, Lubitel'den daha genç bu Rus çocuğuna güvenmememe neden oldu. 

Son derece sevecen ve bir o kadar basit bir yapıya sahip bu Lubitel.Ama bu basitliğe göre oldukça iyi ve kaliteli fotoğraflar çekebiliyorsunuz.Benim şansım böyle bir makineye, yani verimli çalışanına sahip olabilmek.Yine internetteki bir ilandan bulduğum, günü geçmiş fakat sorunsuz baskı aldığım negatiflerin devamı olan Kodak ISO 120 filmlerden 6 makara çektim Bolu 7Göller'de.Makaralar 12 filmden oluşuyor.Toplam 72 filmden 60 tanesi sorunsuz çıktı.O gün hava kapalı ve difüze bir ışık vardı.Çoğu yerde ağaçlar üstümüzü şemsiye gibi kapatıyordu.f4,5 değeri, iyi bir değer olmamasına rağmen, çok da kötü kareler çıkmadı.Çıkan karelerin boyutları en az 15*15 ebatında baskılardı.Filmlerin ebatları da 6*6.

Makineyi kabaca tanıtacak olursam: 
Üstten bakarak netlik ayarlanıyor.TLR (Twin Lens Reflex) olduğu için asıl lensi yani alttaki lensi döndürerek netliği ayarlıyorsunuz.Birbirine bağlı dişliler yardımıyla, sizin gördüğünüz görüntüyü akratan üstteki lens de dönüyor. 
Diyafram 4.5-22 arasında değere sahip. 
Enstantane bulb,1/15'den 1/250'ye kadar ayarlayabiliyorsunuz. 
Otomatik çekim modu bile var.
Flaş bağlanıp haberleşebiliyor. 

***

 Flashback ile o güne dönüş: 
Kendimi birden gittigidiyor'da "Lubitel" ararken bulmuştum.Açık artırmada olanlardan bir iki tanesini izlemeye almıştım ve son vuruşu yapmak için bekliyordum.Çok uzatmayayım, 17.5 TL gibi gayet küçük bir rakama benim olmuştu bu efsane şey...

19 Ekim 2009

Asıl askerlik, hayatın kendisi



18 Şubat 2009

Hayatımda 5 ay 5 gün gibi küçük bir dönemin; yaşandığı dönemde bu kadar etkili olabileceğini ve sadece 3-5 ay etkisini sürdürdükten sonra etkisini kaybedebileceğini tahmin etmek, yaşanmadan bilinemez türden bir şeymiş.Bu askerlik dönemini 6 ay ve insan hayatını da 60 yıl olarak kabul edersek, askerlik, hayatımızın 1/120 si kadar olmuş oluyor.Yaşamak için uzun bir rakam, klavye içinse kısa...

Bu 6 ay yaşanırken böyle dostlukların bir daha bulunamayacağı ve bu bulunan dostların geri kalan hayatımız boyunca kaybetmememiz gerekliliğini düşünürken, nasıl olur da bir anda her şey siliniverir insan aklından?Sadece yaşanan anılar, yıllar sonra buluşulan bir ortamda hatrlanır ve eğlenilir,yine eski tozlu raflara kaldırılır bu anılar.Gerçek hayatın hızla akışında ve akıntısında, bazen trafik ışıklarında beklerken bazen otobüs terminali önünden geçerken, insan hafızasının hızıyla saniyenin bilmem kaçta biriyle hatırlanır, kısa bir flash yapar, size selam verir ve tekrar akan yolun hızıyla ya da trafik ışığının yeşile dönmesiyle hareket eden arabanın motor sesine karşı koyamaz, geri döner.

Neden?

Bu 6 ay içinde yaşanan kötü, hatırlanmak istemeyen anılar, acaba güzel ve hatırlanmak istenen anıları mı bastırmıştır yoksa gerçek hayat bu kötü anılardan bile daha mı kötüdür?Bilmem...Belki de yaşanan zamanın değeri her zaman, yaşanmış ve yaşanacak anlardan, kimsenin tahmin edemeyeceğinden daha fazladır.Geriyi bastırması bundandır belki de...

Tüm dostlarıma ithaf ediyorum.

18 Ekim 2009

Canayakın

















Bursa bit pazarında difüze bir sabah...

Güneş, bulutlar arasından kendini "cee" diye gösterip kaçarken, sırtımıza düşen yağmurun soğuk etkisini arada bir silen tavrıyla bizi bir üşütüp bir ısıtıyor bu sabah.

Ortalık çarçamur..."Şuraya otur" diyor annesi ama oturacak her yer ya ıslak ya çamurlu.Babası gelecek az sonra Canayakın'ın.Fren cıyklamasıyla karışık gelen çarpma sesi, babası dahil herkesin dikkatini oraya çekiyor.
"Canayakın mı adı?" diye soruyorum annesine, konuya girmekte aceleci tavrımla.Az sonra babası geldiğinde karısını çocuğunu fotoğraflayan birine vereceği tepki ne olur bilinmez.Üstelik her zaman sorulan soruya yine doğru cevap verdim.
-Hayır, değilim gazeteci.
-Hee, öylesine...
-Evet, öylesine.

Küçük bir izin isteme.Ardından ısınma turları.
-Güzel çek oğlumu abisi, yakışıklı çek Canayakın'ımı.Haftaya da getir bir resmini abisi.
Babası dönmeden uzaklaşıyorum o tezgahtan.


























Benimki kaç santim öğrendim: http://bit.ly/i9jg9g, seninki kaç santim?