08 Kasım 2011

Kastamonu 1. Fotoğrafçılar Buluşması

Ekim 2010

Bu yıl Kastamonu Fotoğraf Topluluğu, Türkiye'nin her yerinden davet ettiği fotoğrafçılarla  inanılmaz bir buluşma düzenledi.Amatör bir ruhun sonucu olarak adı "topluluk" diye anılan bu muhteşem birleşimin ardında, valilik, belediyeler ve koskocaman bir Kastamonu halkı duruyordu.Zinhar, küçümser tavırlarla yaklaştığım düşünülmesin, zira başardıkları olağanüstü bir organizasyon ve samimiyetti.Bu başarıyı gösteren bir oluşumun  adının, nasıl oluyor da "topluluk" olarak anıldığı uzun süre aklımı kurcaladı.
***
2011 düzenleme:2011 yılında "Kasfot" ismi sabit kalmak suretiyle, Kastamonu Fotoğraf Sanatı Derneği adı altında dernekleşmiştir.Adının Kasfot kalması, aynı ruh ile başaracakları etkinliklerin devamı olacağını düşündürmüyor değil...
***




Ekibimiz, Kasfot'un çağrısıyla yola çıkan 30 kişi kadar...
Konaklama:Yolkonak İzcilik Tesisleri'nde, barakada ya da çadırda.(Tercihim tabi ki süper lüks ve konforlu çadırdan yana:))
Hava:Kastamonu'ya yakışır bir sonbahar... Yağmurlu, serin.Güneşin yüzümüze güldüğü zamanlar çoğunlukta.

Her şeyin normal seyrinde gözüktüğü dakikalarda, şu anda yoldayız.Kendini otobüs zanneden minibüste, dar koltukta oturmaktansa, sırt çantamı başımın altına dayamış,  uzun koridorda boylu boyunca uzanıyorum.Bu yol bitmez.Uyumak, yerinde bir tercih.Koridora yatmaksa, kesinlikle kendi tercihim değil.Otobüste yer yok.Bir kişi fazla...Ben, şahsım ve sırt çantam, otobüse en son bindiğimiz için bize yer yok.Koridorun iki yanındaki fotoğraf dostlarıyla sohbet ederek ya da uyuyarak Kastamonu'daki Yolkonak İzcilik Tesisleri'ne, sabahın ilk saatlerinde varıyoruz.Çantalarımızı tesisin içindeki odalara yerleştirdikten sonra bizim için hazırlanan sabah kahvaltısına geçiyoruz.Zamanımız geniş değil.Kastamonu tüm güzelliği ile bizleri bekliyor.Katılım belgeleri için isim yazdırdıktan sonra(ismi doğru yazılanlar için sorun yok ama benim için her zaman bir sorun var.Soyadım genelde"Yıldırım" olarak yazılır.Bu yazdırdığımız isim, düzeltme için) üç gün boyunca bizimle birlikte olacak, Kasfot değerli üyesi Mustafa Özeflanili ile buluşuyoruz.Kendisi, fotoğrafçılığının yanında meslek olarak, başarılı bir ağaç oyma ustası.Bir çok camide kendisinin yaptığı minberler mevcut. Mustafa Bey'in elinde büyükçe bir torba ve içinde bizim için hazırlanan  hediyeler var.Kastamonu helvası, Nikon kalem ve lens bezi.Hepsi harika.Öğreniyoruz ki Nikon bayii Karacasulu'ya bu etkinlikten bahsedip sponsorluk almışlar.Nikon sponsor firma olduğundan adını zikretmekte bir sakınca görmüyorum.Nikon(yine yaptım) D80 kullanıyor olmamın ve aramızdaki bağın bu sponsorlukla daha sıcak hale gelmesinin hiç bir alakası yok.Nikon(biri beni durdursun) bu buluşmayı önemserken, diğer pazar lideri (Nikon(Aman Tanrım) sponsorken onun adını zikredemem sanırım) görüşmelere cevap bile vermemiş.Eminim ne kadar yanlış yaptığının farkına varacaktır.
Program sırasında karmaşa yaşanmaması için, gezilecek yerler  ve ziyaretçiler iki bölüme ayrılmıştı.Bizim, birinci grup olarak ilk durağımız, İksir Otel.Burada "Kastamonu'ya hoş geldin" tadında bir karşılama vardı.Çay ve atıştırmalıklar, uzun bir yolculuktan sonra sakin bir dinlence yeri sunuyordu.Herkes tesisin ortasındaki gölette yansıma fotoğrafları çekerken, benim ilgim bu dartlardaydı.

Sonraki durağımız Köpekçi Konağı ki, artık gezi tam anlamıyla şekillenmeye başlıyor.Otobüs görünümlü minibüsümüzden(Kasfot'un sunduğu ek araç imkanını reddedip kendi aracımızla devam etmek, sadece bana yaramadı, hala yerde oturuyorum) indiğimizde bizi karşılayan şey, bu güne kadar şahit olmadığım bir şölendi.Zurna eşliğinde, iki davulcunun destansı dansı...Bu dans, kimi zaman birbirine hiddetlenen iki savaşçı gibi hızlanırken, kimi zaman da barışarak dinginleşiyor.Sergiledikleri gösteri, izleyicilerin alkışlarıyla destekleniyor.Gördüğümüz şey karşısında, tokmağın vuruşu yüreğimizi hoplatırken, tüylerimizi diken diken eden şeyin adı; kimi zaman kahramanlık, cesaret, büyüklük, alçak gönüllülük, kimi zaman da savaş ya da barış oluyordu.


Dışarıda bu şölen yaşanırken, konağın içinde, el sanatlarından ve kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerden örnekler sergileniyordu.Konağın bir odasına daldığınızda, pencere kenarında eline aldığı ağacı işleyen tıkır ustasını görüyorsunuz.Süt vb gıdaların taşınmasında kullanılan tıkır, bu gün sadece turistik amaçlı üretiliyor.Diğer odalarda ise sandalye ve sepet üretimini izleme ve fotoğraflama şansı bulduk.Konağın üst katı büyük bir dokuma atölyesine dönüştürülmüş.Yerel kıyafetli insanlar, yün eğirmeden, halı, kilim dokuma kısmına kadar olan bütün evreleri tek tek 
gerçekleştiriyorlar.Bütün gün umursamadan üzerinde
yürüdüğüm halılar, artık basmaya imtina eder bir hal alıyor gözümde.Her ilmeğinde bir emek olduğunu hatırlatan vuruşlar yapıyor dokuma tezgahı çünkü...












Sıradaki durağımız Ballıdağ bölgesi...Doğa, sonbahar, bu renkler muhteşem...Serin havayı içinize çekerken, bu yeşilliğin, bu su ile beslendiği ve sizin de bu floranın içinde misafir olduğunuz düşüncesi, misafirperver bir büyüğünüzün evinde gibi hissettiriyor.
Ağır ağır konuşması ile sizi mest eden, anlattığı masalları dinlerken tüylerinizi diken diken eden bir büyüğünüz gibi...
İnceden çiseleyen yağmur, gözlüklerimi sık sık temizleme ihtiyacı doğursa da,  damlaların tenime dokunuşu içimi ısıtıyor.Sis gibi etrafımı saran ince yağmur, gözlüklerimin camında birikip büyüdükten sonra, ağırlaşıp, Nikon'umun askısına düşüyor ve artık otobüse binme vaktinin geldiğini hatırlatıyor.
İstikamet, Azdavay ilçesi.Azdavay'da insanlar, özellikle kadınlar, yöresel kıyafetlerini giymeye devam ediyorlar.
Öyle renkli, öyle cıvıl  cıvıllar ki, sanki bu organizasyon için hazırlanmışlar, ya da hiç gelmeyecek bir misafiri bekler gibiler.Ama hayır, bu onların günlük kıyafetleri...Halk son derece misafirperver ve sıcakkanlı.Çekinerek sorduğumuz fotoğraf çekme isteğimizi kimse reddetmiyor. Köyün yaşlılarından Habibe Nine bile, diğer komşuların yardımıyla, bizim için giyinip, süslenip, kapısının önüne çıkıyor.Karşısındaki fotoğrafçı ordusunu görünce şaşırıyor, sıkılıyor.Saniyede yüzlerce kez basılan deklanşör sesleri yankılanıyor sessiz ilçede.

Aynı günün akşamı Gültekin Çizgen'in konuşması ile açılan bir söyleşi izledik.Ardından Tuğrul Çakar'ın ve Hamit Yalçın'ın konuşması ve fotoğraf gösterileri ile devam etti söyleşi.Daha sonra  Kasfot'un karma fotoğraf gösterisi ile gece son buldu.Fotoğrafa doymuş ruhumuz ve uykuya hazır bedenlerimizle, Yolkonak İzcilik Tesisleri'ne doğru yola çıktık.Çadır ve uyku tulumunda uyuma düşüncesi kafamı biraz kurcalasa da, günün verdiği yorgunlukla uykuya bir an önce dalacağımdan hiç süphem yok.Tesise geldiğimizde, açık alandaki havanın soğuk olduğunu iyice hissediyor ve çadır alanının korunaklı bir yer olması konusunda dua etmeye başlıyorum. Fakat az sonra bir mucize gerçekleşiyor ve yetkililer yatakların fazla olduğunu, yapılacak bir organizasyon ile herkese yatacak yer verelebileklerini söylüyorlar.(Kör istedi bir göz, Allah verdi iki göz, Amin.)Bu dakikadan sonra yapılacak tek şey, Bursa'dan birlikte geldiğimiz ekibin lideri Selim Çoruh'un ekibe dağıtması için verilen yatakları paylaştırmasını beklemek.Kastamonu'ya gelirken otobüste bana oturacak yer olmaması, grup içinde ne kadar çok sevildiğimin(!) göstergesi.Sakin ve sebatkar bir kişiliğe sahibimdir, sayın okur.Öyle ki, aksine yırtık ve çirkef biri olsaydım, eminim şoför bile bana yer verir, "buyur, sen kullan" derdi.Bu girişten anlaşılacağı üzere, yatacak yer konusunda da en son hak tanınan ben oldum.Bu da organizasyona biraz yakınlığımdan kaynaklandı ama eminim en güzel yerlerini benim için saklıyorlar.Uyku bastırmışken, 30 kişinin yerlerine yerleşmesini beklemek gayet can sıkıcı.İnsanların bir sürüsü, ya oda arkadaşını ya da yatacak yeri beğenmeyip geri geliyor.Benimse bir ara, çadırı dışarıdaki çimenlerin üzerine kurup, tulumun içine girivermek geçiyor aklımdan.Biraz daha sabır edip, herkes yerine yerleştiğinde, bana verilen yerin, 3 yataklı ve 2'si daha önceden doldurulmuş bir oda olduğunu fark ediyorum.Odayı bulup içeri girdiğimde, karşılaştığım manzara; iki yatakta yatan iki kişinin, üçüncü yatağı eşyalarıyla işgal ettiği şeklindeydi.Bu bana, Reşat Nuri Güntekin'in, "Anadolu Notları" kitabında okuduğum otelleri hatırlattı.Bu günün hostellerini.Kişiye kiralanan odalar yerine, kiralanan yataklar.Tek farkı, biz burada misafirdik ve para ödemiyorduk. "İyi geceler, kalmam için bana bu odayı gösterdiler" şeklindeki kibar seslenişim, oda içinde nasıl yankılandıysa, sanırım kulaklarına "bu yatak benim, derhal alın eşyalarınızı ve defolun  bu odadan" diye gelmiş olmalı.Çok kaba olmamakla birlikte, iki yaşlı adamdan aldığım cevap, "Biz şu an özel bir şey çeviriyoruz, istersen başka bir odaya bak" oldu.Çevirdikleri şeyin tavuk mu, yoksa kaz mı olduğunu anlamadım ama, tam olarak aldığım cevap buydu.Duyduklarım konusunda emin olmamdaki neden, bu cevabın bana bugün bile hala dokunmasıdır."Siz bu odada, benim de içinde bulunduğum aynı amaç için bulunuyorsunuz.Bu misafirhanede kalanların her biri, Kastamonu'daki bu güzelliği görmek ve fotoğraflamak için geldiler.Sizi benden ya da diğerlerinden farklı kılan şey, yatarken giydiğiniz yün içliklerse, merak etmeyin, bu soğukta ben de aynısını giyiyorum.Ama siz bunu görme şerefine nail olamayacaksınız" diye kapıyı çarpıp çıktım, demek isterdim ama, maalesef sakin ve sebatkar kişiliğim buna izin vermedi.Bazen, haklı olduğum konularda tartışmak yerine, bildiğimi okumayı tercih ederim.Çünkü kaşımdaki insan, bu tartışmada taraf olamayacak kadar yetersizdir.Tartışmalar son bulduğunda, taraflardan en az birisinin kazancı, yeni bir şeyler öğrenmek olmalıdır.Hayatımızda her an böyle insanlarla karşılaşabiliriz ve bu insanların varlığını, hiç bir kuruma mal edemeyiz.Hatta yetiştiklerini düşündüğümüz aile kurumuna bile...Ben bu kibarca kovuluşu, bir saniyeden az bir süre içinde "bu adamlar kim, kimi, nereden kovuyorlar, bunlar nasıl insan, ben nereye geldim?" sorularıyla kafamda yorup içime sindirdikten sonra kapıyı bulduğum gibi hafifçe aralık bıraktım.Boğazıma yerleşen yumruyu da alıp, biraz da sırt çantamdaki çadırıma güvenerek, sakin adımlarla aşağıya indim.Bulduğum ilk görevliden bana çadır yeri göstermesini rica ettim.Çadırda kalmama gerek olmadığını ve karşı binada da yerler olduğunu söyleyen görevliye teşekkür ederek, aracımızın şoförünün de kaldığı evin boş bir odasına girdim.Odada tek ve çift kişilik iki tane yatak mevcuttu.Çift kişilik yatağa yayılırken, yanımda bir şeyler çevirecek(!) bir arkadaşımın olmamasına hayıflanarak uyumuşum;)

Ertesi gün, yine tesislerdeki kahvaltımızın ardından Şenpazar'a doğru hareket ettik.Yol boyunca doğanın içine gizlenmiş orman evlerini fotoğrafladık.

Şenpazar'a geldiğimizde öğlen olmuştu ve belediyenin ikramı olan öğlen yemeğimizi bir ilkokulun yemekhanesinde yedik.Dönüş yolunda yine Kastamonu'nun doğa güzelliklerini, bu kez başka yollardan geçerken görüntüledik.Akşam yapılacak olan panelde İzzet Keribar, Tansu Gürpınar ve Mustafa Demirbaş'ın konuşması var.Buna rağmen gündüz planladığım Kastamonu'nun gece fotoğraflarını çekme planım hala geçerli.Gece fotoğraflarını seviyorum aslında.Elinizde üç ayak varsa mutlaka iyi fotoğraflar çekebiliyorsunuz.Şu an kullandığım Sigma 17-70 lensin titreşim önleme özelliği olmadığı için üç ayağın büyük yardımı oluyor.Hareket eden insanların, arabaların ya da farlarının doğal hareketlerinin ne kadar muntazam ve doğru bir ritm içinde olduklarını açıkça görebiliyorsunuz.Aksi halde çektiğiniz fotoğraf, titrek, netsiz ya da yüzüne bakılmayacak kadar estetikten uzak olabiliyor.
Yeşil Yol ismini verdiğim(Fotoğraflara isim vermek pek adetim değildir.Eğer bir ismi olacaksa, onu kendi almalı diye düşünüyorum)bu fotoğrafın çekimine Mustafa Özeflanili'nin yardımı için teşekkür etmek isterim.Kendisinin de buradan bir fotoğrafını, Kasfot karma gösterisinde izlemiştik.Bu gece paneli izlemek varken, büyük nezaket göstererek bizimle gelmeyi tercih etti.
Son gün...Bu sabahki kahvaltı, organik ürünleri ile harika bir ziyafet sunan İzbeli Çiftliği'nde.
Çiftliğin sahibi Sabiha İzbeli'nin hikayesi 1964 yılında bu konağa gelin gelmesiyle başlıyor.200 yıllık konakta tamamıyla organik ürünlerle yapacağınız kahvaltı, Hürriyet Gazetesi'nin sıralamasında 10. sırada.10 numara kahvaltı yani.8 dönümlük arazide hayvanların yiyeceği, yonca, mısır ile kahvaltı için sebzeler ekiliyor.400 yıl önce tımarlı sipahi yetiştirmek üzere, dönemin padişahı IV. Mehmet tarafından aileye verilen çiftliğin sahibi Sabiha Hanım, gelen misafirlerin hepsine çiftliğin geçmişini anlatmayı ihmal etmiyor.
Tam bir cumhuriyet kadını olan Sabiha Teyze, konakta kaldığı odayı da hiç çekinmeden isteyenlere gösteriyor ve portre çekmemize izin veriyor. 

Kahvaltının ardından Kastamonu şehir merkezine dönüyoruz.Cumhuriyet meydanı ve el sanatları merkezinde çekimler yapıyoruz.Ebru ustası, bakır ustası, günlerden pazar olmasına rağmen, bu etkinlik kapsamında işlerinin başındalar.Hepsi güler yüzlü ve bir o kadar misafirperverler.Küçücük dükkanlarda, rekorlara imza atacak sayıda fotoğrafçı, bir bakırın her çekiç darbesiyle şekillenmesinin ya da Osmanlı Lalesi'nin kitreli suda ebruya dönüşmesinin her anının fotoğrafını çekti.
Gün sonunda vali, belediye başkanı ve Kasfot Başkanı Suat Cumali Güngör 'ün yaptığı konuşma ile Kastamonu 1. Fotoğrafçılar Buluşması resmen bitmiş oldu.Fakat Kastamonu her zaman bu güzellikleri bize sunmaya hazır.Kastamonu insanı bu misafirperverliğe her zaman sahip.Yolunuz buralardan geçerse, durup etrafınıza şöyle bir bakın.Şehrin içinden geçen Daday Çayı, önüne katıp getirdikleriyle kulağınıza Anadolu'nun bütün güzelliklerini fısıldıyor olacak.


24 Ekim 2011

Kitap Çekilişi Sonucu


Söz verdiğim gibi, Fotofest haftasının bitimi ile bu akşam yani 24 Ekim 2011 Pazartesi günü saat 19:45 itibari ile çekiliş random.org sitesi üzerinden tarafımca yapıldı.

Ekran görüntüsündeki sıralama şöyle yapılmıştır.
Sayfa üzerinden ilk açıkladığım yöntemle üye olanlardan başlayarak, e-posta ile üye olanlara numara vermeye devam ettim.Kayıt isimlerine göre sırasıyla:
1-smyra
2-Sevgi Öztürk
3-serkan
4-zynl
5-tryst
6-enis_gunes
7-akin elif
8-ENGİN
9-EMEL TURGUT
10-©®seLim
11-nihal delil
12-yelda arslan
13-ali
14-derya aytar
15-Aphelion
(16.sıradaki öze:Özge Yıldırımlar olduğu için çekilişe katılamaz)
16-fashiONözge
17-Yusuf
(18.sıradaki syildirimlar:ben olduğum için çekilişe katılamam)
18-nazan imzalı
19-tezden
20-gulistane
21-ahmet hamit doğanyılmaz
22-Evren Aytar
23-vahide
24-secu
buradan sonra sıra e-posta üyeliklerine geçiyor:
25-pinar03032005
(gulizared üyeliğini onaylamamış)
26-emrekahraman
(bay.halil üyeliğini onaylamamış)
(asametsarikaya üyeliğini onaylamamış)
(syildirimlar çekilişe katılamaz)
(ozge-e çekilişe katılamaz)
27-ecaliskan16
28-iisik65
29-cyalincakli
(sevgierisoglu daha önce ilk yöntem ile kayıt olmuş)
(syildirimlar çekilişe katılamaz)

Bu sıralamaya göre 29 adet üye sayısını random.org sitesinden (ortada gördüğünüz) "generate" tuşuna basmak yolu ile gerçekleştirdim.Sistem saati ve tarihi sağ altta görünüyor.Bunun dışında milliyet.com.tr'nin adres çubuğunda yazan tarih de aynı günü işaret ediyor.

Çekiliş sonucuna göre kazanan "14" numaralı üye kişinin(derya aytar), en kısa zamanda syildirimlar[et]gmail[nokta]com adresinden iletişime geçerek adres bilgilerini ulaştırmasını rica ediyorum.
Kendisi benden Akdoğan Özkan'ın "Türkiye'de Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey" adlı kitabını kazandı.Umarım keyifli bir hediye olur.


Yeni çekilişlerde görüşmek dileği ile...

23 Ekim 2011

Fotofest'e gittim, gelicem 2011

Öncelikle bu başlığı kullanmak çoktandır içimde kalan bir şeydi, bunu açıklamak isterim.Genelde ev halkına, buzdolabı üzerine ya da komidinin üzerine böyle bir not yazardınız eskiden.(O zamanlar henüz cep telefonu icat olunup mertlik bozulmamıştı.Ya da şöyle demeli:İcat olunmuştu da bize gelmemişti.İsveçli bilim adamları ya da Nasa falan kullanıyordur herhalde...(konuyu dağıtmakta üzerime yoktur sayın dinleyen(hop!Kaybedenler Kulübü, çık aradan)))
"Balığa gittim, gelicem.Mangalı hazırla"(Bu filmin sonunda adam balıkçıdan aldığı balıklarla eve döner)
"Yan komşuya gittim, gelicem.Çorba yaptım ısıt, ye emi oğlum.Üzerine de tereyağ kavur, dök.Afiyet olsun. Annen"(Sanırsın evi terk etmiş)
Kimisi de aynaya yazar, rujla...Şimdi ben böylesine bir kere şahit oldum da, hiç de öyle "şuraya gittim, gelicem" tadında bir şey değildi.Yok yok...Kırmızı hayallere falan da dalmayın.Öyle her hangi bir nottu.Olayın benimle de hiç ilgisi yoktu.Bu rujla aynaya not yazma olayında merak ettiğim tek konu, aynayı kimin, ne ile temizlediğidir.Silen kişi notu yazan ise; silerken acaba, yazmadan önceki ruh halini düşünüp utandığı olmuş mudur?
                                                                           ***
(Baştan bir okudum da; Fotofest'e nasıl bağlarım?Başlığı değiştirip başka bir yazı diye yuttursam mı acaba?...Giderek kırmızı noktaya bağlanacak gibi...Evdeki aynaya rujla "fotofeste gittim gelicem" yazdım, hanımla kapıştık diye uydursam?)
                                                                           ***
Cuma'ya gittim, gelicem.-Robinson-(Dibe vurmak üzereyim)
Bu "cumaya gitme" notu, genelde esnaf arasında rastlanan bir şeydir.Bir de "10 dakkaya geliyorum" mesajı var ki, bekle bekle "10 dakka"lar bitmez...
Biz de dedik ki 15-23 Ekim 2011 tarihleri arasında bir festival düzenleyelim, esnaf "10 dakka"lığına sağa sola giderken  şöyle bir gözü gönlü açılsın, fotoğraf görsün(bağlantı kuruldu).

Yalnız şu ecnebiler çok kıskanç, portfolyosunu kapan soluğu Bursa'da aldı.Hadi madem öyle; Frederic Delangle, Zadoc Nava, Andrei Polikanov, Robert Stevens, Rena Effendi, Xenia Nikolskaya, Maggie Steber, Ken Light(nefesim kesildi sayarken), Carolyn Drake, Zadoc Nava, Randa Mirza, Ken Schles, Kai Wiedenhoefer, Kate Brooks, Ed Keating, Jonathan Lewis, Bruno Barbey, Claudius Schulze ve Hanna Rutishauser da gelsin.
Ama önce ustalarımız Ergun Çağatay ve Ozan Sağdıç'ı da görmek isteriz.Bunun yanında Alptekin Baloğlu, Serkan Taycan, Sezayi Erken, Cihan Pocan, Serdar Bayburtlu, Nejat Çiftçi, Kerem Çobanlı, Gökşin Varan, Ömer Yağlıdere, Oğuzcan Şehiraltı, Özcan Yurdalan, Kerem Çobanlı ve Cengiz Karlıova da mutlaka olsun.Onlar da "peki" dedi.(Ya'rabbim, kadroya bakın!)
Ömer Yağlıdere,Jason Eskenazi ve Zara Samiry-Fotofest Kitap Evi'nde Maket Kitap Yarışması Standında
Sonunda bu, bizi ve esnaf kitlemizi aşan ve "fotoğrafı Bursa'ya, Bursa'yı dünyaya tanıtacak" büyük bir projeye dönüştü.Her gün 13:00'den başlayıp, 22:00'ye kadar süren bir dizi söyleşi, seminer,  fotoğraf gösterileri, imza günleri yapıldı.Ustaların değerlendirebileceği, katılımcılara ait portfolya değerlendirmeleri düzenlendi.Michalengelo Antonioni'nin Blow-up, Buster Keaton'ın  Camera Man, Wim Wenders'ın Palermo Shooting filmleri izleyiciyle buluştu.
Ömer Yağlıdere-Koçerler Sergisi-Fotofest Kitap Evi
Kent konseyi, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Ticaret Borsası, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası ve Bufsad'ın katkılarıyla hazırlanan festivalde, gönüllü toplantılarının hız kazandığı son haftalarla kaybettiğimiz Gökşin Sipahioğlu anısına anma töreni düzenlendi.Şef küratörlüğünü Merih Akoğul'un yaptığı festivalin yar ve yardımcı küratörleri Jason Eskenazi ve Laurence Cornet...
Ulusal ve Uluslararası iki fotoğraf yarışmasının düzenlendiği festivalde bir de maket kitap yarışması düzenlendi ki, 14 yarışmacının katıldığı yarışmanın sonunda ödül olarak, kazananının kitabı basılacak.Açılış, içinde benim de bulunduğum yürüyen sergi, mehter takımı(evet mehter takımı) ve fotoğrafçıların bulunduğu büyük, kalabalık bir yürüyüşle yapıldı.Boynumda bir fotoğraf asılı olduğundan, yürüyüş sırasında fotoğrafları Selim Çoruh çekti. 



15 Ekim cumartesi 17:00'da yapılan yürüyüş saatine kadar Bursa, büyük bir sergiye dönüştürüldü.Aşağıda göreceğiniz görüntüler, gönüllülerin can-ü baş ile çalıştığı sergi kurulumlarından.
Anlayacağınız üzere festivali baştan sona izleyip kayda alan bir de belgesel ekibimiz mevcut...
Aşağıdakiler de Kent Meydanı'ndaki karma sergilerde sergilenen fotoğraflarım, naçizane ;)


Ertesi gün eşimle birlikte, Kızılay ve Ulucami önündeki yönlendirme standlarında görevliydik.Sabah 9:30'da Pirinç Han'da yaptığımız lezzetli kahvaltının ardından saat 10:00'da stand bölgesine geldik.Heyhat!Yağmur inceden atıştırıyor, standların yerindeyse yeller esiyordu.Grup liderimizle görüşüp öğrendiğimize göre standlar Zafer Plaza'nın içine alınmış.Havanın soğuk olmasınıdan dolayı kapalı bir yerde olmak sevindiriciydi, fakat yönlendirme standının anlam olarak insanların görebileceği bir yerde olması gerekiyordu.YKM yetkilileriyle konuşup, standı YKM girişi önüne almaya karar verdik.Ne yazık ki, Zafer Plaza'daki görevliler standı dışarıya taşımamıza izin vermedi.Saat 10:00'dan 14:30'a kadar görev yerinde bekledik.Adapazarı'ndan gelen 3 kişilik bir fotoğrafsever grubu yönlendirmeyi başardık.Bunun dışında plaza içinde; Kiğılı, Adidas ve sinema katının yerini göstermekle geçirdik diğer zamanımızı.Fotofest yaka kartı ve tişörtlerimiz sayesinde açık şeker ve çikolataları %60 indirimle satın almayı ihmal etmedik, şans eseri :)


Zafer Plaza'dan çıktığımızda Ertuğrul meydanında 1-2 kişiye ihtiyaç olduğunu öğrendik grup liderimizden.İstikametimize doğru ilerlerken, sabah kahvaltı yapıp ziyaret edemediğimiz sergilerin bulunduğu Pirinç Han'dan geçmeye karar verdik.Gördük ki, dört bir yanı kafeteryalarla çevrili Pirinç Han esnafı el birliği ile, ortada duran piramit şeklindeki serginin yerini değiştirme çabasında.Yaka kartlarımızdandır sanıyorum, bizi görünce şöyle bir duraksadılar.Bir süre boynu bükük bakıştıktan sonra, beklenen soru geldi:
-Acaba bunu biraz şöyle çekebilir miyiz?Bizim önümüzü kapatıyor da...
(Kafelerin her birinden en az 10 metre uzaklıktaki serginin nasıl olup da önünü kapattığını tartışmamaya karar verdim.)
*Nasıl isterseniz çekin, ama burada duracak neticede...
Biraz yerinde oynatayım derken, diğer kafe işletmecisi de gelip:
-Ya Rıza, sabah Fethi geldi onu böyle aldı, şimdi sen böyle çekiyosun.
*Ama abi, böyle durursa benim önümü kapatıyo!
-Rıza, öyle çekersen de benim önüm kapancah?
Bir çözüme varamayıp, sergiyi yerinde bırakacaklarını anlayıp oradan uzaklaştık.(Daha sonra tekrar geldiğimizde Alptekin Baloğlu'nun Denizden Boğaziçi sergisi, Pirinç Han'da biraz gezip, eski yerine gelmişti:))Ertuğrul meydanına vardığımızda, herkes Bufsad Güven Aktaş salonuna gitmiş ve yardımcı olacak çok şey kalmamış gibiydi.Yalnızca, Robert Stevens'ın kaybolan eşi Alexa Grace'i, bir saat sonra eşinin seminerinin başlayacağı Güven Aktaş salonuna götürmemiz gerekiyordu.Alexa, alışveriş yapmaya çalışırken, çarşının içinde kaybolmuş.Kaybolmasına neden olan şey yün içlikler ve kalın oduncu yelekleri olmuş.Festival sonuna kadar bu yeleği üzerinden çıkartmadı.
O haliyle tam bir Amerikan yerlisi gibiydi :)Irgandı Köprüsü'nün altındaki salona giden yolda, tarihi çarşıların içinden geçerek ilerledik.Bir yabancı için inanılmaz bir deneyim olduğu kanısındayım.Böyle bir çarşı silsilesi, her yerde benzerine rastlanamayacak bir şeydir.


Kayhan'a gelip, alt sokağın bat pazarı olduğunu söylediğimde, tercihi buradan gitmek yönünde oldu Alexa'nın.Bir metal atölyesinin önünde uzunca bir süre durup fotoğraflarını çektik.Buralarda fazlaca vakit geçirmesini gerektiğini anlaması çok zamanını almadı Alexa'nın.Eski bir hamam inşaatı, iki tane davetiyeci dükkanı ve bir diş deposu(ki kendisi heykel ile uğraşıyormuş), Bufsad binasının üzerindeki kedili evin bahçesinden dışarı sarkan ve çoğumuzun önünden geçerken fark etmediği nar ağacı, Alexa'nın dikkatini çeken şeyler arasında...Kapalı olan yorgancının da ilgisini çekebileceğini düşünerek, hafta içi açık olduğunu ve mutlaka ziyaret etmesini tavsiye ettim.Irgandı  Köprüsü'ne geldiğimizde Dünyada bu köprüden 3 tane daha olduğunu söylediğimde, birinin Floransa'daki Arno nehri üzerinde olduğunu söyledi(Kültürli hanım, vesselam). 
                                                       ***
Fotofest çerçevesinde bütün kamu alanları, tarihi hanlar, çarşılar açık hava sergisine dönüştürüldü.Yakın tarihte trafiğe kapatılan ve nostaljik tramvay seferlerinin başladığı Cumhuriyet Caddesi direkleri, Bufsad'ın "Yüzler" sergisi ile donatıldı.Yerli, yabancı fotoğraf sanatçılarının kişisel sergilerinin yanı sıra, Bufsad ve Burfot'lu fotoğrafçıların fotoğraflarının da bulunduğu karma sergiler de açıldı.Bufsad'ın 25. yıl etkinlikleri kapsamında, üyesi bulunduğum makro fotoğraf atölyesi başkanımız Orhan Turhan'ın, "Yakın Plan Düşler" adlı kişisel sergisi ile, doğa atölyesinin fotoğraf sergisi, fotoğraf severler ile buluştu.
Orhan abinin tecrübesiyle, çiçeklerin ve sevimli haşerenin kalbine dokunan detayları, izleyenleri adeta büyüledi.
Birbirine 10 metre uzaklıkta olan iki sergi açılışına yetişmek ve trafiğe takılmamak için metroyu kullandık, fakat soğuktan sıcak ortama bir anda giren makinemin lensi buğulandığı için fotoğraf çekmeyi uzun süre beklemek zorunda kaldım.Aceleyle çekilmiş bir kare aşağıda.
Lens tamamen buğudan arındığında ise fazla geç kalmıştım.Salonun arkasında kalan kısım ve girişte Orhan abi misafirlerini uğurlarken...


Doğa atölyesinin, alışılmışın dışında bir çalışma yaparak, Gökhan Bulut'un desteğiyle hazırladıkları soyut doğa fotoğrafları da görülmeye değerdi.
Bunun dışında, bu seride bir de klasik müzik dinletisi vardı ki, salona ilk girdiğimde sütunların arasında kaldığından, canlı olduğunu anlayamamıştım.Çınar yapraklarıyla süslenmiş salonda hediye edilen çam fidanları ve hatıra kozalakları ile muhteşem bir atmosfer oluşturulmuştu. 


Fark edeceğiniz üzere, bu kadar etkinliğin baş döndürdüğü festivalden ve fotoğraf sanatçılarından etkileşimle, bende de bir siyah beyaz tarafa geçiş söz konusu...Güzel şeylerden çabuk etkilenme huyumdan nefret ediyorum!


Çok kapsamlı ve oldukça renkli geçen festivalin sonunda, bütün emeği geçenler için bir sertifika töreni düzenlenmesine rağmen, gripten yataklara düştüğüm için katılamadım.Merih Akoğul'un yanında sertifika ile fotoğraf çektirme fırsatını kaçırdığım için çok üzüldüğümü söyleyemeyeceğim, çünkü kendisinden ileri fotoğraf teknikleri kurunda bir çok kez ders aldım.(Bu fotoğraf güzel bir anı olabilirdi, evet, belki de kendimi kandırıyorum...)


Böyle bir festivalin içinde bulunduğum için çok mutlu olduğumu belirtmeye pek de gerek yok sanırım.Bu şey, adı her neyse, tamamen iyi bir işi başarmanın ve bitirmenin mutluluğuyla alakalı.Böyle büyük bir organizasyonun arkasında maddiyat dışında büyük bir tecrübe ve bilgi birikiminin olduğunu düşünüyorum.Büyük ve değerli sanatçı kadrosunu bir araya getirenler işte bu sayfadaki yürütme ve danışma kurulları...Şehrim ve içinde bulunduğum fotoğraf dünyası adına kendilerine teşekkürlerimi bir kez daha sunmak isterim.Fotoğrafın ya da herhangi bir sanatın, tutkunun, siyaset ve kurumlar üstü olabileceğini kanıtladılar bize.


Çıkar gözetmeden çalışan bu ekip ile, her sene daha iyi festivaller düzenleme fırsatımız olması dileklerimle:
Yaşasın Fotoğrafın Başkenti Bursa...
Ha bir de unutmadan:Karagöz bizimdir, bizim kalacak! ;)