17 Kasım 2013

Ön Yargılarımdaki Ülke: İran

Artık bu günlüğün başında klişeleşmiş olan "ne zamandır yazamıyordum, işler yoğundu, gündüz iş, eve gelince çocuklardan vakit bulamıyorum" kısmını bir kenara bırakıyorum.Bu sefer durum başka:
Günlüğüm #RedHacktarafındanhacklendi sayın okur!
Neyse ki sanal camiada 10 kaplan gücünde olduğumdan, çok geçmeden geri aldım.Bu İran yazısını da daha önce yazmıştım zaten.Şimdi kopyala/yapıştır yapıyorum.

An itibari ile analytics.google.com'dan aldığımız bilgiyi paylaşıyorum.
+Bu yalanını yutmayan 28.459 kişi günlüğü terk etti.
-Şu an günlüğü okuyan kişi sayısı: 1

Evet canım, sen...Otur bak, anlatıyorum:

Bunca ülke varken, şeriat denince akla gelen ülkelerden ilki olan İran'a gidişim, iş münasebetiyle oldu.(10 aydır bir yazı bile yazmamışsın derlerse "İran'a gittim, gördüklerim karşısında kendimi kaybettim, günlüğün şifresini bile unuttum" derim.İsteyince ne bahaneler buluyorum.Hehe) Fuar sebebiyle gittiğim İran'da herkesin tahmin edeceği gibi ben de yeterince tedirgindim, fakat şunu söyleyeyim...Hatta şöyle yapalım.2 dakika mola verelim.Herkes gidip kafasındaki İran konulu görsellerin ve önyargıların %90'ını silip öyle gelsin.Yoksa başta salladığım yalanlara bakıp, "adam hala atıyo, kapa sayfayı, kapa kapa" tarzında yaklaşımlar olmasın.

***

Herkes oturduysa başlıyorum:
Öncelikle uçak biletimizi Pegasus'dan almak için bir hayli bekledik.Zira Türk Hava Yolları'ndan da alabilirdik fakat fiyatlar oldukça yüksekti.Fuar tarihine yakın bir tarihte Pegasus'da uçuşlar açıldı ve fiyatları gayet uygundu.Biletleri satın aldıktan sonra, bizim yolunda giden işimiz yoktur, "her yer İran, her yer heyecan" misali bir olay yaşadık.Bir cumartesi sabahı erkenden telefonum çaldı.Arayan Pegasus yetkilisi, sabah sabah müjdeyi veriyor, uçuşun iptal edildiğini söylüyordu.Bunca zaman uçuşun açılmasını bekleyip, uçuşa 2 hafta kala bu olamazdı.Neyse ki Pegasus ile yaptığım 2 günlük yoğun görüşmeler sonrası, pazartesi sabahı uçuşun iptal edilmediği hususuna kanaat getirdik.


Uçuş günü:
Uçağı beklediğimiz son salonda, acaba yanlış uçak mı diye endişelenmemi gerektiren bir şey var ve daha dikkatli bakınca salonda sadece bir bayanın başında örtü olduğunu fark ettim.Bu nasıl İran uçağı?Herkes mi gezgin? sorularını sormadan duramadım.Uçağa alımlar başladı.Bilet kontrol...Her şey olağan, uçak da doğru...Ta ki uçak İKA(İmam Khomeini International Airport)'ya inene kadar.Uçağım lastikleri yere bastığında, kemerler çözülmeden örtüler ve eşarplar meydana çıktı ve artık emindim:Tahran'a hoşgeldiniz.

O anda hala "İran önyargılı" biri olarak, baskıyı hissettim ve kalbimin sıkıştığını saniye saniye yaşadım.O insanların yaptığı zorunlu baş örtme etkinliği, özgürlüğünü kendi elleriyle bağlamaları, beni oturduğum koltuğa yavaş yavaş gömüyor, onlar örtündükçe ben terliyordum.Oysa ki 2 saat önce uçağa binerken tanıdıkları erkelere selam verip sohbet eden yine aynı kadınlardı.Değişen neydi?Kendi ülkeleri dışında dinden muhaflar mıydı?Bir erkek olarak, bu durumdan ben bile etkilenebiliyorsam, yo dostum yo, bunun ne imanla ne inançla alakası yoktu.Bu bir zorlama ve baskıydı.Bu baskı, cinsiyetimden önce bir insan olarak beni yeterince rahatsız etmeyi başarmıştı.Şimdi soru, geriye kalan 8 günün bu hissiyatla nasıl geçeceğiydi.


Uçaktan inerken, pasaport denetiminde, valiz denetiminde hep bu endişe hakimdi.Fotoğraf çantamdaki donanımların çeşitliliği dikkat çekmiş olacak ki, çantamı açtırıp içine baktılar.Fiyatını sorduğunu anladım, fakat anlamamazlıktan geldim. X ışını başındaki görevli sordu bunu ve beyan etmem gerektiğini düşündüğü için durdurdu.Bireysel eşya olduğunu anlayıp, çok da kurcalamadı sanırım.Bu arada bir uyarıda bulunayım.Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki hava alanlarında fotoğraf ve video çekmemeye dikkat
edin.Tutuklanma olanağınız mevcut.Yapacaksanız da mümkünse izin alın derim.Bu da benden size kıyak ;)

Daha önce konuşup ayarladığım üzere, hava alanında bizi, asker arkadaşım Buğra karşıladı.Kendisi bir Türk şirketinde finans müdürü olarak çalışıyor.Sabahın erken bir saatinde indiğimiz için hava alanının yiyecek içecek bölümünde oturup biraz vakit geçirdik.Bir İran telefon hattı satın aldık.Yurt dışı görüşmeleri pahallı olacağından, gittiğiniz ülkelerde bir hafta ya da daha fazla kalacaksanız yerel bir hat satın almak mantıklı bir davranış, tavsiye ederim.Pasaport fotokopisi ile kolayca satın alabiliyorsunuz.

Yola çıkıyoruz...Tahran, hava alanına 50 km, yaklaşık 45 dakikalık mesafede.Sabahın ilk saatleri olması sebebiyle geniş olan yollar oldukça boş.Tavsiye üzerine bulduğum otelimize yerleştikten sonra fuar alanına gidiyoruz.Otelimizin lobisi gayet ihtişamlı gözükse de odaları bu güzellikte değil.Odalarındaki pecereler açılmıyor ve sanırım bizimle kalan diğer Türk arkadaşlarımızın sabah uyanamaması hatta odada bayılmaları için bu geçerli bir sebep.


Direksiyondaki, arkadaşımın yardımcısı, Mehdi.Bu isme İran'da çokça rastlayabiliyorsunuz.Babası devrim muhafızı.Bu yüzden genelde çoğu insana çıkarılan zorluklar Mehdi'ye çıkarılmıyor.Sadece görevlilerin girebildiği saatte de olsa Mehdi sayesinde fuar alanında, salonların açılmasını bekliyoruz.Hava, arabanın dışında beklemeyecek kadar soğuk ve hafif yağmurlu.İran'ın %16'sını kapsayan Azeriler dışında, İranlı'lar Türkçe bilmiyor.Bu bekleme sırasında, Azeri olmayan Mehdi'nin böyle şiveli Türkçe konuşmasının İstanbul'da Aksaray'daki barlarda çalışmasından ileri geldiğini anlıyoruz.Korumalık yaptığı barın sahipleri Adıyamanlı'ymış.Şivedeki güzellik bundan yani...Aynada asılı duran ay-yıldız da o günlerden hatıra...


Biz burada salon kapılarının açılmasını beklerken ben de size otomobilin diğer detaylarından bahsedeyim:Direksiyondaki ambleme bakacak olursak otomobil bir Peugeot, modeli ise Pars.İran'ın kendi üretimi.İsim Persia, yani İran'dan geliyor.Aslen 405 modelinin şekil değişikliği ile elde edilmiş.İlgili bağlantıda 405 ve türevlerini görebilirsiniz.IKCO(İran Otomobil Fabrikası-Bir nevi Tofaş)'nun bu modellerden esinlerenerek ürettiği, motoru Peugeot olan diğer bir otomobil ise Samand.Türkiye'de 2000 adet sattıklarını duymuştum.Bunların atası da bizdeki Anadol misali, Peykan.Altta ismine yakışır bir klasik otomobil edasıyla siyah beyaz fotoğrafını sizler için çektim.Delikanlı gibi hem de...Sonradan Photoshop'da yapma s/b değil.


Lafa daldık, salon kapıları açılmış.Mehdi ve Buğra'dan ayrılıp standımızı buluyoruz.Biletimiz fuar günlerinden bir gün önce ve bir gün sonra şeklinde.Erken gelip fuar standını yerleştirmek rahat oluyor.Dönüş içinse acele etmeye gerek yok.Kuracağımız muhtemel bağlantılar ve pazar araştırması için fazladan bir gün kalmak gerekli olabilir.Böylelikle İran'da kalacağımız gün sayısı toplam 8...

Fuar alanı oldukça büyük.Bunun sebebi ise salonların inşaatının yıllar içinde etap etap yapılması ve birbirinden uzak olması.Bir salondan diğerine geçmek için en az beşer dakika hızlıca yürümeniz gerekiyor.Alttaki fotoğrafta, gün sonunda otele dönmek için taksicilerle yaptığımız pazarlığı belgeledim.Eğer yeşil taksi ile anlaşamazsak sağdaki korsan taksi hizmete hazır olduğunu belirtiyor.İran'da resmi taksi ile korsan taksiler arasında pek bir fark yok.Taksimetre ikisinde de kullanılmıyor.Ücret pazarlığa tabi.Pazarlığın geçerli olduğu ülkelerde eğer zaman kaybetmek istemiyorsanız, pazarlığı boş verin, yada fazla uzatmayın.Kendinizi fazla kaptırıp gurur meselesi yapıyorsunuz ve her türlü ucundan da olsa kazıklanıyorsunuz.Yabancı bir ülkede olduğunuzu unutmayın.Hele İran'da zaman etkeni çok önemli ki, trafikte saatlerce kalabilirsiniz.Taksinin arka koltuğunda şoföre çaktırmamaya çalışarak bir pet şişeye çişinizi yapmak zorunda kalabilirsiniz.En kötüsü de o kadar çişiniz varken, taksici durumu çakmasın diye, su dolu şişeyi boşaltmak için önce suyu içmek zorunda kalabilirsiniz.

Not:Bu fotoğrafta ve diğer fotoğraflarda, Acem pazarlığına tutuşan hiç bir Türk sanayicisinin eşkali verilmemiştir ;)

Şunu belirtmeden geçemeyeceğim ki, gezilerde yerel halk ile sohbet etmek çok faydalı ve eğlenceli.Kültürünü ve istediğiniz bilgileri doğru ve dolaysız yoldan öğrenebilirsiniz.İran'da Azeri bir şoföre denk gelmek hiç de zor değil.Edindiğim bilgilere göre, halkın sadece %10'unun bu yönetimden memnun olduğunu ve bu yönetimi desteklediğini rahatlıkla söyleyebilirim.Şu başörtüsü mevzusunu da arasına serbest bırakıp kadınların başlarını yarı açık gezmelerine izin veriyorlar; ya da ses çıkartmıyorlar diyelim.Dönem dönem de baskı uygulayıp daha düzgün örtmelerine zorluyorlar.Kadınların %90'ının (belki daha fazla) burunları estetikli.Burun estetiği hiç de ucuz olmamasına rağmen bu orana yakın bir oranda erkeklerin de öyle.Değilse bile sokakta çokça, ameliyattan yakın zamanda çıkmış, burun bölgesi bantlı erkek ve bayan görebilirsiniz.Kadınlar özellikle gençler, saçlarını topuz yapıp, örtüyü bu topuzun üzerine konduruveriyorlar.Öyle bize gösterilen gibi kara çarşaflıları da yok mu?Tahran'ın merkezinde % 5 diyebilirim.Ayrıca çoğu boya küpüne düşmüş kadar makyajlı, kaşları yok denecek kadar ince...Bu süslü insan modeli, modaya göre dönem dönem değişebilir elbette, fakat aklınızdaki İran modelini biraz yıkmaya çalışıyorum.Şu bahsedilen ev partileri de gerçek.Cuma akşamı yolda gördüğünüz 2-3 kız arkadaş, muhtemelen paltosunun altındaki ya da çantasındaki straplez elbiseyle bir arkadaşının evine eğlenmeye gidiyor olabilir.Şu an adını hatırlayamadığım bir caddede trafik sürekli çok sıkışık ve gençler arabaların içinden birbirine laf atarak tanışabiliyorlar.Arabadan arabaya telefon numarası vererek daha sonra görüşebiliyorlar.Ya da sadece o anlık muhabbet ediyorlar.Yurt dışındaki muhaliflerin propagandalarını engellemek amacıyla uydu anteni kullanmak yasak.Polis zaman zaman çatıları gezip antenleri bozuyor, onlara zarar verip kablolarını kopartıyor.

Şu sıkışık trafikten biraz daha bahsedecek olursak; bizdeki metrobüs misali, otobüslerin kendilerine özel yolları var fakat kavşaklarda mecburen özel araçların arasına karışıyorlar ve onlar da ilerleyemiyolar.

Böyle bir akşam, yürümeyen trafikte taksiden inip otobüse binmeye karar verdik fakat diğer istikame 500 metre kadar yürüyerek gitmemiz gerekiyordu.Kaldırımda insandan çok motosiklet vardı.Hayatımda gördüğüm en kalabalık motosiklet trafiğiydi sanırım.Yoldan gidemeyen motosikletler, yaya kaldırımını işgal etmiş ve vızır vızır ilerliyorlar.Yayaların bu durumda yürümesi olanaksız.Diğer caddeye yönelerek otobüse atıyoruz kendimizi.Otobüs de tıklım tıklım.Koşuşturmadan soluk soluğa kalmış bir halde 2 dakika kadar kafamı kaldırmadan soluklandığımı hatırlıyorum.Kafamı kaldırdığımda önümdeki paravanın arkasındaki 10-15 kadar kara çarşaflı, lise öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim kızlarla göz göze geldim.O sırada bir kez daha İran'da olduğumu anladım.Otobüs ortadan ikiye bölünmüş, önde erkekler, arkada ise bayanlar yolculuk ediyor.Bu ana ait bir fotoğraf koymak isterdim fakat çekinerek çektiğim fotoğrafların hiç birini paylaşmaya değer bulmadım ve sildim.


O akşam fuardan sonra çok büyük bir restorana gittik.Tamamı çok katlı bir binanın içine yerleştirilmiş bu restoranın bu katında köprüler ve altından akan sular bile var.Açık büfe salata ve tatlıların bulunduğu masalar köprünün bir o tarafında, bir bu tarafında kuruluyor.Geleneksel olduğunu düşündüğüm şişlik adında kebap türü bir yemekleri var.Bildiğimiz pirzolaları, şişin büyüğüne, hatta buna kılıç desek daha doru olur, takıp pişiriyorlar ve bu kılıçla servis ediyorlar.Bu kılıcın boyu yaklaşık 80 cm'yi buluyor.


Her kebabın yanında ve öncesinde mutlaka safranlı pilav geliyor.Bu pilavın bir kısmı da dibi tutturularak tabağın yanında yer alıyor.Yine her tabakta ve yemekte yeşil limonları kullanmayı ihmal etmiyorlar.Gittiğim her yerde ve her koşulda hasta olabilmeyi başaran ben kişisi için bulunmaz bir nimet olan bu limonların heppiciğini hapur hupur yedim.Fakat sanıyorum (evet, galiba, belki) kaldığımız otelden mütevellit, her sabah yine boğazımda bir kuruluk, bir nahoşluktur yakamı bırakmadı(Burada "yaka" kelimesi aynı zamanda "boğaz"ı da anlatıyor.Teşbih-i beliğ).Ne çok "her" kullandım.

Et şiş, bildiğimiz.Safranlı pilav eşliğinde.
***
Ertesi akşam yine fuardan sonra, komşu standın Azeri ortağı, bizi başka bir kafeteryaya götürüyor. Gördüğünüz gibi ayakkabılarınızı çıkartıp, şöyle bir yayılabiliyorsunuz.Kimse de "höst kardeşim, kaykılma, dik otur" demiyor.Sadece gençlerin değil, yaşını başını almış ailelerin de geldiği, nargilenin içilebildiği bir yer burası.



Nargile içilebiliyor fakat biz İran'dayken kapalı alanlarda sigaraya yasak getirmek için hazırlıklar yapılıyordu.


Bu mekanda ayrıca yemek de yiyebiliyorsunuz.Her türlü kebap ve tabi ki safranlı pilavı, bu sedirlerde, pek alışık olmadığımız şekilde iki büklüm tükettik.Bize çok yabancı gelen bu yerde yeme kültürü, bundan 25 sene önce bizim evimizde de uygulanıyordu.Yakın tarihe kadar da Bursa'nın çevre ilçelerinde hala uygulanan bir sofra türü.Mideniz sıkışınca az yemek yiyerek doyduğunuzu anlıyorsunuz.Faydalı bir alışkanlık ama dizlerini kıvırmadan uzun yıllar masada yemek yemiş insanların tekrar bunu uygulaması olanaklı görünmüyor.(Eşime sordum, kabul etmedi)

Yemek faslını kısa kesip, hava kararmış olsa da içinde bulunduğumuz çarşıyı gezmek için dışarı çıktım.


Sokaklarda haşlanmış bakla ve reçele benzeyen şeyler satılıyor.


Tezgahın arkasında uzun oturan bu adamla bakışıp gülüşmekten ileri gitmeyen bir diyaloğumuz oldu.

Pestil ve reçele benzeyen tatlılar


Yine sokakta haşlanarak satılan, tercüman arkadaşımız Şahin'in leblebi dediği yiyecek.Merak ettim ama yemedim.Tatlı mı tuzlu mu merak ediyorum hala.Bu arada Şahin, Tebriz'li bir Azeri Türkü.Kendisi Türkçe'yi, argosuyla birlikte o kadar güncel konuşuyor ki, Türkiye'de yaşayan birinden ayırmak imkansız.Yasak olan uydu anteninden, Türk kanallarını ve dizilerini, özellikle Aşk-ı Memnu'yu izlediğini söylüyor.İran'da uydunun yasak olduğu gibi, internette de büyük bir sansür var.Facebook, twitter gibi sosyal medya sitelerine girmeye çalıştığınızda Farsça bir uyarı ile karşılaşıyorsunuz."Dostum, Türkiye'den geliyor olman, burada her siteye özgürce girip çıkmanı sağlamaz", yazıyor.IP değiştirmek bile çözüm olmuyor fakat VPN satın alarak bu sorunu çözebiliyorsunuz.


Biraz daha yukarıda kuş ve kümes hayvanlarının satıldığı bir dükkana giriyorum.Bu dükkanda da diğer dükkanlarda olduğu gibi Hamaney'in fotoğrafları asılı.

İçerideki dükkan sahibi ve arkadaşı olduğunu düşündüğüm insanlarla sıcak ve biraz tedirgin bir diyaloğumuz oldu.Alttaki abi sanırım Azeri değildi fakat biraz Türkçe biliyordu.Boynumdaki D80'e odaklanarak fiyatını sordu.Az mı söylesem iyi, çok mu, bilemedim.Orta karar bir fiyat uydurdum.Bu sokaklarda böyle dolaşmamamı, yoksa çalınabileceğini öğütledi.O saatten sonra biraz daha dikkatli davrandım fakat bu paranoyaklıktan başka bir şey değildi.



Gündüz fuar, akşam yemek ve gezinti şeklinde 7 gün geçirdik ve bu günlerden biri daha aşağıda, Şahin'in taksi şoförüyle yaptığı pazarlıkla devam ediyor.4000 Tümen (Riyal) için pazarlık, sıkışık trafikte devam ediyor.Anlaşamazsak ineriz.


O akşam, kapısından aşağıya doğru inilen bir restoranda yemek yiyoruz.



Yemek öncesi böyle kibar bir servis geliyor.Çatal, bıçak, kaşık.Yanında muz aromalı sakız eşliğinde...


Genelde değişik baharatlı et yemekleri tatmayı seçiyorum.Türk olduğumuzu anlayan bir Azeri, istersek 10 dakika içinde buraya içki getirebileceğini söylüyor.Anlaşılan içki yasağını da aşmanın yolları bulunmuş.Kibarca reddediyoruz ve bira süsü verilmiş limonlu maltımızı yudumluyoruz :)


Yemek sonrası tabi ki çay, müessesemizin ikramıdır, efendim...Yanındaki tabakta duran sarı şey ise şeker.Çayın içine atarak ya da kıtlama şeklinde tüketiniz ;)


Çay ocağının üzerinde şöyle bir yazı dikkatimi çekiyor:Oh, Iranian.Try to keep your costoms and culture alive.Ocağın önünde manken gibi duran amca gerçek ve bize şöyle diyor:Hey İranlı, giysilerini ve kültürünü canlı tut (yaşat).



Üzerinden o kadar çok geçti ki, hesabı şu an okuyabilecek kadar rakamları hatırlayamıyorum.Biliyorsanız, yorumdan siz yazıverin artık ;)
Ustacım elinize sağlık deyip, çıkıyoruz.Otelimizin olduğu sokakta bir aşağı bir yukarı dolaşıyoruz.Metrobüs yolundan karşıya bile geçiyoruz.




XXXL ürünler satan bir mağazanın önünden geçiyoruz.


Daha sonra taze meyve suyu satan bir dükkanda duraklıyoruz.Yasaklı Amerikan malları da satılıyor.Öyle el altından da değil, aleni.Tıp okuyan bir Azeri ile tanışıp sohbet ediyoruz dakikalarca.Bu arada taze meyve sularının hepsini deneyip, en sevdiğimizden tekrar tekrar içiyoruz.Az beğendiklerimizi de karıştırıp deniyoruz.Burasının Tahran'daki en renkli dükkan olduğuna kanaat getiriyoruz.



Burası da bahsettiğim çok katlı restoranın girişi.Hemen soldaki su sebilinin yanında asansör var.Alan bu kadar ve üçerli beşerli gruplar halinde insanlar girip çıkıyor.Otomatik kapının diğer tarafında, elindeki poşette, alın terinin hakkıyla evine erzak götüren fakir ama gururlu adamın paltosuna bakarsak, dışarısı normal bir ben kişisinin hasta olması için yeterli ortamı oluşturmuş.Buna rağmen hemen her sokakta buz gibi taze sıkılmış nar suyu satılıyor.Üzerine de tarçın gibi, karabiber gibi bir baharat serpiliyor.Havanın ve nar suyunun soğukluğu bu baharatın ne olduğunu anlamamı engellediği için sizlerden özür dileyerek asıl mevzuya geliyorum:Bu salonda asansörün inmesini, 8 yaşlarında kız çocuklu bir aile ile birlikte bekliyoruz.Bayanın elinde de nar suyu var.Anne sözü dinleyen aklı başında, yemekten önce böyle şeyler tüketmeyen bir Şener olarak, ağzımın suyu akarak nar suyuna kilitlenip üzerindeki baharatın ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.Bayan ise pipeti tutarak gayet nazik bir şekilde tadabileceğimizi (İngilizce) ifade ediyor.Biz de öncelikle çekinerek, sonra irkilerek ve kibarca reddediyoruz.İrkilme sebebim şahsen, burasının gayet muhafazakar ötesi bir ülkenin başkenti olmasından  öte bir şey değil.Yanındaki eşinin rahatlığını, bizim yabancı oluşumuza bağlıyor olsam da, bir an sonra bu insanların bize anlatıldığı gibi yobaz, bağnaz ve zorla taktıkları baş örtülerinin altında aslında ileri görüşlü doğu modernizmini barındırdıklarını hatırlayarak rahatlıyorum.Her yere fotoğraflarını astıkları Hümeyni ve Hamaney fotoğraflarının gölgesi altında geçirilen baskıcı yaşamları, belli ki 1979 öncesinden kalma özgürlükleri, bastırılan zihinlerinin bir köşesinde yaşatıyor.Ve bunlara erişmeye, onları oradan söküp atmaya, insan gücünün ve aklının getirdiği hiç bir kural yetemiyor.